1 Ekim 2023 Pazar

Irk, Irkçılık

Irk ve Irkçılık

Modern bir fenomen, kapitalizmin doğumuyla yakından ilintili olan ‘ırk’ ile ilgili bilimsel kuramlar genel olarak 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. İnsanlığın doğa ve kendi hakkında bilgisinin gelişebilmesi için her coğrafyada, farklı kültür ve toplumlarda oluşan ve evrensel birikim olan bilimin; bugün insanlığa karşı suç olarak tarif edilen bir görüşü haklı çıkarmak için payanda edilme çabaları tarihin en anti-bilimsel kötücül bir ironisiydi.

 ‘Irk’ kavramının açıklanmaya, bilimsel temeller oluşturulmaya çalışıldığı tarihsel döneme baktığımızda; sömürgecilik bağlantısı karşımıza çıkmaktadır. Avrupalıların sömürgecilik faaliyetlerini haklı çıkarmak için ırkçı kuramlar o dönem birbiri ardına peşi sıra geliştirilmiştir. Mevcut biyolojik temelli ırk kavramsallaştırmasının ortaya çıkışının sömürgeciliği haklı kılma çabasının bir sonucu olduğunu, bu yönüyle de ideolojik işlevi olduğunu söyleyebiliriz. Tarihte olduğu gibi günümüzde de esasında ideolojik işlevleri yerine getirmekten başka hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Irk kavramsallaştırmasına bilimsel dayanaklar arama çabası; gerçeklikten kopuk bir dünya yaratımına, sömürü ve eşitsizliği haklı göstermeye yarayan tezleri ortaya çıkarmıştır. Bunun ilk örneğini oluşturan 19. Yüzyılda ‘ırk’ fikrinin öncüllerini ortaya koyan, ırk kuramcılığının babası olarak gösterilen Arthur De Gobineau’ya göre temelde üç ırk vardır. İnsanların biyolojik temelde ırklara bölünebileceğini düşünen Gobineau için bu ırklar beyaz-siyah-sarı tenli insanlardan oluşmaktadır. Ona göre; beyazlar üstün zekalı, ahlaklı, iradeli; siyahlar ahlak yoksunu, duygusal kararsızlık ve bilişsel kapasiteleri sınırlıydı ve beyazlar bu iki ırktan da üstündü. ‘Bilimsel kaygılar’ doğrultusunda biyolojik temellere dayandırmaya çalışısa da varmak istediği sonuç eşitsiz-doğası gereği alt-üst, sahip-köle olarak tarif edilebilecek bir yapı sunmaktı. Esasında ırk teriminin ortaya atılışıyla, ırkçılık eşzamanlı bir doğum niteliğini taşımaktadır. Çünkü bu terimleştirme bizzat ırkçı bir dünya görüşünü oluşturmak isteyen sömürgeci toplum üyesi bireyler tarafından yapılmıştır. Bu bir egemenlik biçiminin ‘bilimsel’ yollarla meşrulaştırma uğraşıdır.

Irkçılık üzerine çalışmaları bulunan sosyolog Miles, ırk kavramının ideolojik bir inşadan başka bir anlamı olmadığını ileri sürmektedir.[1] Irkın, akademik çevrelerdeki kullanımının; kavramın biyolojik temelleri olduğuna ilişkin gündelik yaşamdaki yaygın inancı sürekli kıldığını ve ancak bunun sadece ideolojik inşadan başka bir şey olamayacağını söylüyor. Miles’ın bu görüşünden hareket edersek, Darwin’in evrim teorisinin de ırk kuramlarını boşa çıkardığını hesaba katarsak; ırk teriminin gelişimi esasında sömürüyü ve eşitsizliği haklı çıkarmaya varan pragmatik bir anlayışı ifade etmektedir.[2] Günümüzdeki yaygın insan profiline baktığımızda da halen ırk kavramsallaştırması zihinlerde biyolojik-genetik bir farklılığa işaret ediyormuş veya farklı insan türlerini tanımlıyormuş gibi anlaşılmaktadır. Günlük yaşamda ırk kavramı yerleşik kalıplardan kaynaklı olarak biyolojik bir temelde ayrıma dayalı anlaşılmaktadır. Oysa tüm fiziksel farklılıklarıyla birlikte varlığımızla ilgili evrimsel biyoloji; bize bir tür olarak Homo Sapiens olmamız dışında başka bir biyolojik bilgi sunmamaktadır.[3]  

Meselenin sosyolojiyle ilgili olan kısmına geçersek; pek çok sosyolojik çalışmada ırk kavramı biyolojik olarak reddedilen fakat kullanılan bir kavramdır. Sosyologlar için bu kavram tırnak içinde ‘’ırk’’ kavramıdır. Nedeni ise tırnak içinde verilmediğinde biyolojik bir temele referans veriyormuş algısı oluşmaması içindir. Çünkü sosyologlar bu kavramla biyolojik ya da fiziksel bir kavramı kast etmiyorlar, fakat toplumlar ‘ırk’ temelinde bölünmeye, ilişkiler geliştirmeye devam ediyorsa ve bu Amerika başta olmak üzere modern toplumların bir gerçekliğiyse en azından bunu tırnak içinde de olsa kullanmaya devam edilmesi uygun görülmüştür.

Irkın tırnak içinde kullanımıyla bir toplumsal anlamı vardır. Irk kavramsallaştırması fizyolojik bir anlam ifade etmiyorsa; toplumsal ilişki ve çeşitlilik anlamında kullanılmaktadır. Bu yüzden de sosyolojinin konusu olmaktadır. Sosyoloji için ırk terimiyle, toplumsal bir ilişkiyi anlaşılır kılmak üzere ilgilenilmektedir. Çünkü ırk, toplumsal bir ilişki olarak işlev görmektedir. Fakat ırksal ayrım olarak biyolojik temelli ırk terimleştirilmesi yapıldığında, mevcut ırkların toplumsal bir zeminde ilişkiler, çeşitlilik, farklılık düzleminde tanımlanması değil güç ve eşitsizlik örüntülerinin yeniden üretilmesi hedeflenir. Özetle sosyolojinin bir ilişki biçimi olarak anlamaya çalıştığı ‘ırk’ ile ırksallaştırma ve ırksallaştırmayla oluşturulmak istenen ırkçı-ayrımcı kuramın ırk kavramı farklıdır.

***

Irk teorisi 20. yüzyılda; bilimsel ırk ve ideolojik-politik ırkçılıkla birleşerek; Almanya’da yayılmacı şekilde Nazizm, İtalya’da yine yayılmacı şekilde Faşizm, ABD’de siyah ve göçmen karşıtlığı olarak Ku Klux Klan Hareketi ve Güney Afrika’daki beyaz üstünlüğünü içeren Apartheid Rejimi olarak en bilindik örnekler olarak karşımıza çıktı. Apertheid rejimi Nelson Mandela ve arkadaşlarının mücadelesiyle yıkıldı, Nazizm ve Faşizm II. Dünya Savaşı’nı kaybetti. 20. yüzyılda siyasal rejimler olarak ve yayılmacı amaçları da içeren ırk teorisi aynı yüzyıl içerisinde ırkçılık karşıtı çok çeşitli mücadelelerle geriletildi. Böylelikle biyolojik temelli kesin ırklar olacağı fikri gerilerken insanlar arasında fiziksel değişikliklerden oluşan bir yelpaze olduğu fikri güç kazandı. Biyolojik temelli ırk ayrımı ve bunun ideolojik çıktısı olarak ırkçılık günümüzde siyasi rejim kurabilecek güç olmaktan çıkarılmış uluslararası belgelerle de mahkum edilmiştir.[4]  Fakat ırk kuramları 18. ve 19. yüzyıllarda çıkmış daha sonrasında yanlışlığı anlaşılmış ve ideolojiler-kuramlar çöplüğüne atılmış yaşamayan kuramlar arasında değildir. 19. yüzyıldan itibaren gelişen, beyaz üstünlüğünü merkezine alan ırk teorilerinin 20. yüzyılda geriletilse de 21. Yüzyılda da yansımaları olduğu söylenebilir. Güncelde bu kuramları halen savunan topluluklar, siyasal kurumlar, bireyler bulunmaktadır. Örneğin ABD’de halen beyaz üstünlüğünü savunan gruplar[5] bulunmaktadır, Avrupa’da göçmen karşıtı aşırı sağcı partiler, Almanya’da Neo-Naziler, Yunanistan’da Altın Şafak, Hollanda’da Le Pen gibi ırkçı partiler mevcuttur.



[1] Robert Miles, Irkçılık, s. 96,  İstanbul: Sarmal Yayınları, 2000.

[2] Claude Levi-Strauss, Irk, Tarih ve Kültür, s.80, Çev.: Haldun Bayrı ve diğerleri, İstanbul 1994, Metis Yay.,

[3] Tüm insanlar genetik açıdan %99,9 aynı olduğu için insan DNA’sında ırk oluşumu için yeterli hareket alanı bulunmuyor.

[4]  BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 20. madde ise şu şekildedir: "1. Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır. 2. Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden her hangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır"  1948. 

[5] Son ABD seçimlerinde de görüldüğü üzere çoğunluğu Trump yanlısı olan ABD’li beyazlar içerisinde; siyah ve Latin karşıtlığı güçlüdür.

 

Irksallaştırma, Etnosantrizm, Sterotip

1.  Irksallaştırma

Irksallaştırma, ırk anlayışlarının insanları ya da grupları sınıflandırmak için kullanma sürecidir.  Irksallaştırma, ırkçılıktan önce gelen modern dönem öncesine uzanmaktadır. 15. yüzyılda coğrafi keşifler aracılığıyla Avrupalıların dünyanın başka yerleriyle teması sonucunda ortaya çıkmıştır. Ulaşılan yeni kıtalarda farklı insan topluluklarıyla karşılaşılmış devamında ise bu farklılıklar bir sınıflandırma sistemine yol açmıştır. Sınıflandırmalardan, alt kategorileştirmeler ortaya çıkmıştır. Irk kavramının-kategorilerinin ortaya çıkışı da bu kategorizasyonlaşma süreciyle yakından ilintilidir.

Örneğin Edward Said, Şarkiyatçılık isimli eserinde; şarklının tanımlanmasının ırksallaştırma kategorizasyonuyla ilgisini ortaya koyar. Avrupalılar, başkaca karşılaştıkları kendilerinden coğrafi olarak uzakta bulunan kültürleri sınıflandırmak için; yabancılık merkezli, kendi kıtalarına olan uzaklık ve mesafeye dayanarak belirli kategoriler oluşturmuştur. Buradan da Avrupalı olmayan toplumların, beyaz Avrupalıların aksine ırksallaştırılması ortaya çıkmıştır. Tabi ırksallaştırma nötral, tarafsız bir süreç olarak gelişmemiştir. Beyaz insanın kendisi, ırksallaştırma sürecinde evrensel insanı temsil eder. Beyaz insan, ırklardan  herhangi bir ırk değildir. O, ırksızlaştırılmış evrensel insandır. Irk, siyahların olabileceği gibi tikelliği temsil ederken beyaz, evrensel insanı temsil etmektedir. 15. Yüzyıldan itibaren gelişen bu ırksallaştırma süreci kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Dönemin ticari kapitalizminin sömürgecilik faaliyetleri ırksallaştırmanın maddi alt yapısını oluşturmaktadır.

2.  Etnosantrizm

Modern fenomen olan ırkçılığa dair ikinci tarihsel zemini etnosantrizm – etnos merkezcilik oluşturmaktadır. Modern öncesi daha doğrusu kapitalizm öncesi dönemde toplumların kendi inanç, kültür, dil vb. özelliklerini merkezine alıp diğer toplumları dışlamasıdır.

Yaklaşık 2.500 yıl önce Antik Yunanlıların, Yunanca konuşamayan toplulukları Barbar olarak isimlendirmesi, Orta Çağ’da gavur-küffar-kafir terimlerinin ortaya çıkışı, gerek Hıristiyanlar tarafından gerek Müslümanlar tarafından kendi dışında olanlara karşı kullanılan nitelendirmelere buna örnektir. Henüz bu dönemde biyolojik temelli bir ırkçılıktan söz edemeyiz ancak toplum olarak bir toplumun kendi dışındakileri kabile, uygarlık, soy, kültür, din, dil vb. açılardan dışlaması ve kendini merkeze alması durumu söz konusudur. Kapitalizm dönemi biyolojik ırkçılıktan farklı olduğunun anlaşılır kılınması için, kapitalizm öncesi ötekileştirici ve ayrımcılığı içeren bu yaklaşıma etnosantrizm denilmektedir. Kavramsallaştırmayı en sistematik haliyle ilk ortaya koyan ve bölgecilik, dar görüşlülük anlamında kullanan W. G. Summer olmuştur.[2]  Summer’ın 1906 yılında ortaya koyduğu bu görüş daha sonrasında Adorno ve çalışma arkadaşları tarafından 1950’de[3] ırkçılığı, anti-semitizmi, dinsel-dilsel-kültürel vb. ayrımcılıkları içerecek şekilde genişletmişlerdir.

3.  Sterotip

Bir grubun üyelerine yönelik sabit, donuk, değişmez genel ve yaygın ifadelerdir. Yargıda bulunan grup bireyinin, yargıda bulunduğu gruba dair değişmez görüşlerini içeren bu yaklaşım değişen pratiklerinden ziyade sabitlikler oluşturmuştur.[4] Öne sürülen yargının yanlışlığı ispatlansa dahi kalıplaşmış yargıya sahip oldukları için mevcut kalıbı yeni bir bilgiyle değiştirmeye direnç gösterirler. Öne sürülen kalıpların, toplumsal işlevleri bulunmaktadır. Örneğin herhangi bir toplumsal sorunda; sorunun kaynağıyla ilgisi olmamasına rağmen yargıya maruz kalan grup sorunun kaynağı olarak değerlendirilebilir. Bilindik tabirle sterotipler, başka grupları kolaylıkla günah keçisi[5] ilan edebilirler. Birinci örneği tamamlar şekilde sterotipler neden saptırma olarak da kendini gerçekleştirir.

 Herhangi bir sorunun gerçek nedenlerini ortaya çıkarmak yerine azınlık veya farklı grupları suçlayarak konudan uzaklaştırma işlevi de görürler. Örneğin, ekonomik krizden kapitalizmin işleyişi değil göçmenler sorumlu tutulur. Suç örtme olarak da Güney Afrika’da cinsel suçları beyaz erkekler, siyah kadınlar üzerinde işlerken; aynı beyaz erkek, siyah erkeklerin beyaz kadınlara cinsel suçlar işleyebileceğini savunuyordu.



[1] W. G. Summer, Folkways (1906) adlı yapıtında etnosantrizm terimini ortaya atmıştır.

[2] The Authoritarian Personality (1950)

[4] Tanrını lanetine uğramış bir topluluğun o lanetten ancak bir üyesini günah keçisi olarak kurban ederek kurtulabileceği yönündeki eski bir anlayışa dayanır.