Ayrımın
temelinde; ulusların birbiri ile eşitsiz gelişimi, eşitsiz gelişimin yarattığı
siyasal-ulusal eşitsizlik vardır. Tarih her coğrafyada düz bir çizgi olarak,
aynı eşit düzeyde ilerlemez. Tarihin ilerleyişi her toplumda farklı özellikler
gösterir. Marksistler bu tarih yasasını ‘eşitsiz bileşik gelişim yasası’ olarak
teorize etmişlerdir. ‘Ulus’ olgusu da bu eşitsiz gelişimin ürünü olarak her
toplumun tarihine aynı zaman diliminde girmemiştir.
Avrupa’da toplumlar
burjuvazinin öncülüğünü üstlendiği burjuva demokratik devrimlerin sonucu olarak
ulus-devletlerini kurarken aynı zaman diliminde başka bölgeler de
imparatorluklar veyahut feodalizmden kalma siyasal kurumlar varlığını
sürdürüyordu. Örnek vermek gerekirse Çarlık Rusya, Osmanlı İmparatorluğu 1789
Fransız Burjuva Devrimi’nden yaklaşık yüz küsür yıl sonra tarihe
gömülmüşlerdir. Buradan hareketle ezen-ezilen ulus kavramlarını doğru anlamak
gerekiyor. Her ulus-devlet burjuvazinin kurduğu devlet anlamına gelmez.
Ulus-devlet tarihsel çıkış olarak burjuvazinin siyasal egemenliğinin bir
ihtiyacı olarak doğsa da modern sınıflar mücadelesinde ulus olarak ezilen
ulusların emekçileri de kendi ulus-devletini kurabilir. Biçimsel olarak
burjuvazi ile aynı kategoride olsa da öz olarak aynı içeriğe sahip olmayabilir.
Örneğin; ezilen bir ulusun egemen bir ulus karşısındaki ulusal kurtuluş
mücadelesine; komünist bir öncünün önderlik etmesi, hareketin programının
proletaryanın kendi toplumsal amaçlarına göre inşa edilmesi, kurulacak
ulus-devleti sadece biçimsel olarak ulus-devlet kategorisine girdirir ancak öz
olarak o bir işçi devleti temellerinde oluşturulduğu için; bütün emekçi
halklarla, dünya devrimi ile dayanışma kurabilecek nitelikte devrimci üst olma
özelliği taşır. Egemen-ezilen ulus ayrımının doğmasının temel sebebi; tarihin
eşitsiz gelişimi sonucu olarak siyasal birliğini sağlayan uluslar, tarihin
gerisinden gelen, siyasal birliğini sağlamakta gecikmiş ulusları sömürebilecek
güç dengesine sahip olmuştur. Öte yandan bir coğrafyada kendini, siyasal
sınırlarını, Pazar birliğini sağlayacak ölçüde örgütleyen burjuvazi; ulusal
pazarı ihtiyaçların karşılamakta yetersiz kalınca; çareyi başka ulusların
topraklarına, ham maddelerine, iş gücüne el koymakta aramıştır. Haliyle bunun
sonucu olarak zaten tarihsel olarak geriden gelen, feodalizmin yarattığı
siyasal kurumlarla boğuşan, içinde modern burjuvazi ile proletaryanın da
filizlenmeye başladığı, köylü sınıfının ağırlıkta olduğu uluslar; tarihsel
geriden gelmelerini aşmak konusunda karşılarına yeni bir sorun sömürgecilik
sorunu gelmiştir. Özetle ezen-ezilen ulus kavramı(ayrımı); ulusların tarihsel
eşitsiz gelişimin bir sonucu ve ulusal birliğini sağlayan burjuvazinin, geriden
gelen uluslar üzerinde yarattığı sömürgeci uygulamaların neticesinde doğmuştur.
Burjuvazi feodalizm karşısında ilk ortaya çıktığında ilerici özelliklere
sahipken; sömürgeleştirmeye çalıştığı, başka toplumların gelişimini dışarıdan
müdahaleyle geciktirdiği durumda ise gerici bir rol oynamıştır. Ulus-devlet;
feodalizmle mücadele eden burjuvazi açısından ilerici bir olguyken; bunu
sömürgecilik faaliyetinde kullandığında, ülke içindeki gericiliğinin dışarıya
yansıması olarak karşımıza çıkmıştır. Ulus-devletin tarih sahnesine çıkmasına
yardımcı olan burjuvaziye karşı; sömürgeleştirmeye çalıştığı topraklarda da
tersinden bir ulus-devlet talebi doğmuştur. Burada da ilerici-gerici kavramları
yer değiştirmiştir. Bu sefer feodalizme karşı ilerici rol üstlenen
ulus-devletli burjuvazi; sömürgeleştirmeye çalıştığı ulus karşısında gerici;
sömürge olmak istemeyen, ulus-devletini kurmak için ulusal mücadele başlatan
uluslar ise devrimci-ilerici rol oynamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder